DEPREM
Son günlerin en çok telaffuz edilen; asrın felaketini ülkemizin, milletimizin başına getiren; sözünü etmekten bile ürktüğümüz hale gelen kelimedir deprem
Dünyamız tabakalardan oluşmaktadır. Üzerinde yaşadığımız en üst tabaka 70 ile 100 km kalınlığında, kıtaların ve okyanusların da üzerinde bulunduğu 'taş küre' adı verilen tabakadır. Bu tabakanın altında üst manto adı verilen yumuşak tabaka bulunmaktadır. Derinliklere indikçe yumuşaklık artmaktadır. Bilindiği gibi daha derinlerde mağma (her şeyin eriyik hali) tabakası bulunmaktadır. Yumuşak üst manto tabakası üzerini sarmalayan taş kürenin, ya da yer kabuğunun, alt tabakada bulunan yumuşaklık nedeni ile fay hattı olarak isimlendirdiğimiz çatlaklarla (kırık yerkabuğu) birbirinden ayrılan levhalardan oluşmaktadır. Bu levhalar çok büyük kara parçalarıdır. Yer kabuğunun faylarla ayrılan bu levhaların zaman zaman alttaki yumuşak tabaka nedeni ile birbirini sıkıştırması, birbirinden ayrılması ile yeryüzünde oluşan harekete deprem (tektonik deprem) diyoruz. Ülkemizde yaşanan depremlerin tamamı bu türdendir. Volkanik depremler ülkemizde yoktur. Bu tektonik depremlerin oluşması, insan gücü ve iradesinin ötesinde olduğundan dolayı, Yabancı devletlerin bazı çalışması depremi tetikliyor söylentisi tamamen gerçek dışıdır.
Bitlis ilimize en yakın iki önemli fay hattı bulunmaktadır. Bingöl Karlıova Doğu Anadolu fay hattı ile Kuzey Anadolu fay hattının kesiştiği yerde bulunmaktadır. Burası kuşbakışı bize 200 Km mesafededir. Bilim Akademisi Üyesi Yer Bilimci Prof. Dr. Naci Görür, 'Bunu ilk kez söylüyorum bunu bütün Türkiye duysun, Türkiye'de en fazla deprem üreten iki fay var. Biri Kuzey Anadolu fayı, diğeri Doğu Anadolu fayı. Her iki fay enerjisinin büyük bir kısmını boşalttı. Bu demektir ki önümüzdeki birkaç yüz sene içerisinde Türkiye'de çok büyük bir deprem olmayacak, en azından bu iki fay kuşağı boyunca. Ancak bizim yine de endişe ettiğimiz yerler Bingöl ile Karlıova arasında' şeklinde açıklamalarda bulundu.
Bu vesile ile ilimiz rahat bir nefes alabilir. Bu fırsatı değerlendirerek eski binalarımızı yenilememiz gerekmektedir. Depremin 3. gününde gittiğim Kahramanmaraş 'ta bakabildiğim bütün yıkılmış binaların, dere çakılı, elle beton ve düz demir (S 220) malzemelerle yapılmış olduğunu gördüm. Yani can kaybına neden olacak şekilde yıkılan binaların %90'nı eski yapılardır. Hazır beton ve nervürlü demirin olmadığı dönemde yapılan binalardır. Yeni binalar hasar görse de can kaybı olmamıştır. Bu durum tüm Türkiye için geçerlidir. Haliyle ilimizde mevcut, 2001 den önce yapılan binaların durumu da aynıdır. Muş çakılı, düz demir ve elle dökülen beton ile yapılan binaların yenilenmesi gerekmektedir. Bunun için bu türden binaların yenilenmesine, maliyetin üçte biri oranında devlet hibe katkı sağlamalıdır.
Bundan sonra yapılacak binalarda, daha fazla beton ve çelik kullanımı sağlanmalıdır. Kolon ile perdelerin sayıları fazla, ebatları büyük tutulmalı, vibratör ile sıkıştırılması mutlaka tekniğine uygun olarak yapılması sağlanmalıdır. Binaların Rijitlik merkezine yatay ve dikey olarak sağlam perdeler planlanmalıdır. BS 35'ten düşük beton kullanılmamalıdır. Çok katlı binalarda kiriş açıklıklarına maksimum açıklık sınırlaması getirilmelidir. Birim inşaat için kullanılan çelik ve beton miktarına, minimum kullanım zorunluluğu getirilerek projede belirtilmelidir. Temelde su izolasyonu ve drenaj zorunlu hale getirilmelidir. Yapının inşaatı denetlendiği gibi proje ve zemin etüdünün denetimi de sağlanmalıdır. İnşaat Mühendisliği eğitimi ağırlaştırılmalıdır. Bu eğitim teorik değil, pratik ağırlıklı olarak verilmelidir. Yerel yönetimler hem doğru imar planları hazırlamalı, hem de tavizsiz uygulamasını sağlamalıdır. İlave kat asla verilmemelidir. Depremlerde yıkımın çok fazla olmasının, sanırım toplumsal ve çok yönlü bir kabahat gibi görünmektedir. Bu yüzden ahlaki eğitim ve yolsuzlukla mücadele yeniden değerlendirilmelidir.