Şeyh Muhammed Maşuk El Haznevi
Ailesi: Şimdi Suriye'de ilim, ve tasavvufta en meşhur ailelerinden biridir, kendileri Kürt'türler, büyük dedesi mele Suvar Beyazıt'tan göç etmiş.Eğitimi: Dedesi tarafından Telmaruf'ta kurulan medresede ilk din eğitimini aldı.
ŞÊXÊ PAKREWANAN ŞEHÎD DR. MUHEMMED ME'ŞÛQ EL XEZNEWÎ
Hocaları: Babası: Şeyh İzzeddin, Mele Abdullah Kartmini- elmuderis-, olmak üzere medresenin ileri gelen müderrislerinden temel dini bilgileri aldı.
Daha sonra babası tarafından Telmaruf'ta kurulan resmi medresede okudu:1974'te ortaokul, 1977'de liseyi bitirdi. O zaman medreseleri ülke dışında geçerli değildi. Medreseleri 1995'te MISIR'da bulunan ve İslam aleminde en eski ve büyük bir değere sahip olan EL EZHER universitesi tarafından kabul edildi - bu satırları yazan da o okuldan, okul genelinde ikinci yabancılar arasında birincilikle 1996 yılında mezun olup ve aynı yılda el EZHER'E giden ilk öğrencisidir.
Seydamız da yüksek okulu okumak için , başka bir liseye başvurdu. O da şimdi Şam'da el EMİNİYE adıyla bilinen medreseye başvurdu. Onu sınavla lise son sınıfına aldılar. 1978 okulu birincilikle bitirdi, okulda onu Suudi Arabistan'ın Medineyi Munevver'de bulunan ELCAMİA EL İSLAMİYE üniversitesine gönderdi, 1984'te üniversiteyi bitirdi ve Suriye'ye gelerek hem babasının medresesinde hem de değişik medreselerde dersler verdi. İmam, hatip, vaaz görevlerinde bulundu.
2001'de Lübnan'da bulunan el İmam EL EVZAİ fakültesinden-İslamda yaşam güvencesi-konulu tezde mastır diploması aldı.
Daha sonra Pakistan'ın Karaçi şehrinde bulunan islami üniversitesi'nden -Taklit ve Mezhepler Arasındaki Fitnede Olan Rolü- konulu tezi üzerinde doktora diploması aldı.
Babası ve kardeşleri ile sorunları oldu. Bu sorunlar hakkında tatmin edici bir bilgi açıklanmadı ve 1989'da babasından ayrılmak zorunda kaldı ve 1992 yılına kadar -babasının vefatına kadar- Haleb'e yakın İdlip şehrinde yaşadı. Babası onu hayatında malından mahrum etmişti-1990 yılında onu o zor hayat şartlarında İdlip'te ziyarette bulunduk-. Babası vefat ettikten sonra hakkını alıp şehid edilene kadar Kamışlı'da yaşadı.
Seydamız şehid edilene kadar Kamışlı'nın çesitli camilerinde hutbe ve dersler verirdi.
KONFERANSLAR:
Katıldığı 20'den fazla uluslararası konferans ve toplantılar olmuş: bazıları şunlardır:
İslami irşad ve yardım konferansı:Mısır 1995.
Dinler diyaloğu konfe… ikinci: Sudan 1995.
İslami görüşün yenilenmesi konferansı: Lübnan 1996.
İslami mezhepler arasında yakınlaşma konferansı: FAS 1996.
Sirei nebeviye konfe…. Şam 1998.
Müslüman gençlerin 4. konfe…..özel davetiye: Suudi Arabistan 2002.
İctihad ve şartları konfe…. Şam 2004.
Dinlerin barış yapımında olan rolu konfe…. Norveç 2005.
Bir çok televizyon, radyo, gazete ve dergilerde mülakatta bulunmuş.
Bunlarla beraber kendilerinin özel faaliyetleri bulunurdu:
Kamışlı'da kurduğu: İHYAU EL SÜNNE EL NEBEVİYE, derneğinin müdürüydü.
O merkezden bütün dini, irşad, eğitim, sosyal ve milli faaliyetlerini sürdürürdü.
İslami araştırmalar merkezi üyesi.
Kürt aydınlar birliği üyesi.
Kürt insan hakları komisyon üyesi.
Kişiliği: dürüst, sadık, temiz yürekli, iyi niyetli, herkese iyiliği isteyen, ahireti dünya üstünde tutma, istismarı sevmeyen, inancı uğruna bütün menfaatları ayak altına alan, kendine istediği kadar başkalarına da istemek, ve daha nice güzel islami ahlaklara sahipti.
Gayesi: İslamı ALLAH'ın gönderdiği, peygamberin anlattığı ve sehabelerin anladığı gibi anlamak, anlatmak, yaşamak ve yaşatmaktı.
Biz onun islama olan bakışı, şeyh ül islam İbni Teymiye gibi görüyoruz,
Ve Kürt milleti için de ikinci Şeyh Said ve Bediüzzeman Saidi Kürdi gibi görmekteyiz.
Bütün gayesi müslümanların akidesini temizlemek, şeriatı çağa göre anlatmak ve yorumlamak ve din istismarcılığı kaldırmak ve hiç kimsenin de dini kendi menfaatları için anlatmasına ve kulanmasına tahammül edemezdi.
Bütün gayesi şunu anlatmak: İslamda iki kutsal şey vardır:
1- KURAN-ı Kerim,
2- HADİS-i Şerif.
Bunlar sabit ve değiştirmeyi kabul etmeyen yasalardır. Bunların haricinde herşey tartışılabilinir, zamana göre hüküm verilebilinir. Hiçbir insan Peygamber hariç, kutsal değil ve eskiden olan görüşayrılığının çoğu iletişimsizlikten kaynaklandığını, şimdi ise o ayrılmanın giderebilineceğini ifade ederdi.
Görüşleri mesela her bir mezhebin imamının ayrı bir yerde olduğunu, hadislerin bir araya gelinmediğini, görüş ifade hürriyeti olunması, siyasetin temiz olması, hakimlerin din adamlarına karışmaması. Tabi bu karışık nedenlerden dolayı görüşler ayrı olma ihtimaline sahip oldular, fakat şimdi iletişimden kaynaklanan ayrılmalar ortadan kaldırılabilir, ama bunları serbest bırakmak siyasetçiler ve istismarcıların hesabına gelmediğini bilmekteyiz.
İslamiyette ictihad serbesttir. İctihad edip doğruyu isabet eden iki hayır alır, ictihad eden ve hakka isabet etmeyen bir hayır alır. Seydamız bunu sürekli ifade eder ve üzerinde dururdu ve şöyle derdi: İslamiyette kutsallık ancak ALLAH'a ve peygambere'dir, bunların sözü tereddütsüz kabul edilmelidir, diğer kişilerin sözü tartışmaya açıktır.
Biz bu görüşleri sahabelerde görmekteyiz:
İlk halife Ebu Bekir r.a. müsülmanlara yaptığı ilk konuşmasında şöyle söyledi: ALLAH'a itaat ettiğim müddetçe bana riayet edin ve sözümü dinleyin. Aksi takdirde sözümü dinlemeyin, şehidimiz bunu sürekli ifade ederdi. Kutsallık sadece ALLAH ve resulünedir, diğerleri kutsal değiller, sözleri tartışmaya açıktır.
Fıkıh konusunda çok açık bir görüşe sahipti. Zamana göre fetva verilir, ictihad yapılır ve değerlendirmede bulunur, insanları 1200 sene önce söylenilen görüşlere mahkum etmenin yanlış olduğunu, görüş kopyalamak veya insanları kopyalamak yerinde olmayan tasarruflar olduğunu açıklardı.
Mezhep sahipleri hiç bir zaman demediler ki: sözümüzü kabul etmelisiniz, dediğimiz haktır ve başkası doğru değildir. Tam tersine delilleri bilmedikleri takdirde kimsenin sözlerini kabul etmemelerini söylerlerdi. Seydamız bunu her yerde ve her fırsatta söylerdi.
Seydamız mezhep görüşlerini şöyle değerlendirir: Gerçeğe bakılırsa o görüşleri İslam'ın bir zenginliği sayılır, görüş özgürlüğü ve geniş düşüncenin olduğunu ifade eder, fakat daha sonra bazıları kalkıp bu görüşlere kutsallık sıfatı vererek insanları bu görüşlere bağlamaya çalıştı, görüş ve düşünceyi yasak etti, ve alimlere kopyalama görevi verildi.
Çok doğru olan bir tesbit: insanlar bazı konularda cevap isterken onlara Kuran ve hadisten değil, bazı imam ve hocaların yazdığı kitaplardan cevap verilir.
Kimse artık Kuran'ı Kerim'den veya hadisi şeriften bahs etmez oldu ve bunlar unutuldular.
Seydamız bu yanlış davranışı kaldırmak amacıyla bulunduğu şehirde hadisi canlandırmak amacıyla bir merkez ve akademi kurdu. Adı da: Merkezi İhyau Elsünne. -Sünneti Diriltme Merkezi-.bir de internet sayfası açmış
TASAVUF'ta yenileme:malumunuzdur, insanların dış hastalıkları vardır. Bu hastalıkları tedavi ettirmek için çesitli hastane ve fakülteler kurulmuştur. Aynı şekilde insanların iç hastalıkları da bulunur, bunların da tedavisi bulunur. Bu tedavi Kuran, hadis, Selefi Salih'in yoludur ve bu yolla tedaviler yapılmıştır. Daha sonra bu tedavi yöntemleri medrese haline gelmişler ve o yolu takip edenler olmuş. İşin ters tarafı bu medreseler ve tekkelerden bazıları bidat ve hurafat odakları olmuş ve onları istismar edenler olmuş.
Tasavufun amacı insanların manevi hastalıklarını tedavi etmektir ve onları içi ve dışı temiz insanlar derecesine getirmek ve islami bir toplum yaratmaktır. Fakat şimdiki tasavvufu iddia edenlerden bazıları bu yolu istismar ederek insanları uyutmaya çalışıyorlar, insanı hayatı boyunca sözde nefsin terbiyesi ile meşgul ederler, müslümanları dünyadan haberi olmayan, etrafında neler olduğunu göremeyen ve sürekli uykuda olan kişi haline getirmektir.
Gerçek tasavuf ise içi temiz, dışı temiz, hak ve adaleti isteyen, zulmü kabul etmeyen ve haksızlıklara karşı baş kaldıran bir insanı topluma kazandırmaktır. NAKŞIBENDİ tarikatı şeyhlerinden ŞEYH SAİDİ PİRAN gibi, hak uğruna başını seve seve feda ettiği gibi.
Evet, şimdi sahada olan bazı şeyhlere baktığımızda başka bir tabloyu görmekteyiz. Şeyh SAİDİ asan ve SAİDİ Nursi'yi 50 yıl sürgün eden ülkeye/devlete ne oldu da şimdi hayatta olan bazı şeyhleri korur? Hem de kendi güvenlik güçleriyle. Ve onlara her imkanı sağlar, memleketin en büyük camilerinde bile çesitli dillerle vaaz verme izni verir, Aynı zamanda o memlekette siyasi bir kimliği olan kişilere o fırsatı ve özgürlügü vermez. Bu uyutmacılık ve istismarcılık değilse nedir?.
İkinci Şeyh SAİD:
Kuranı Kerim ve hadisi şerife baktığımızda insanların çesit çesit ırkları ve dilleri vardır. Bu diller ve ırklar bir yandan ALLAH'ın ayeti ve büyüklüğünü gösterir, öte yandan insanların birbirilerini tanımak ve bağlı olmak hikmeti ifade eder.
İslamiyet'te herkes eşittir, üstünlük ancak iman ve takva ile olur. Bu kardeşlik ve eşitlik 1300 yıl islam devletinde sağlandı. Fakat islamiyetten uzak kalındığı zaman insanlar birbirine saldırmaya başladılar. Gücü olan güçsüzü ezmeye başladı. Bu ezilmeden nasibini alanlar arasında Kürt milleti de var, Arap, Farıs ve Türk kardeşleri tarafından miliyetçilik döneminde haksızlığa uğradılar.
Kürtlere zulüm edenler İslam adına bu zülmü yapmadılar. Fakat Kürtler ne zamanki haklarını istemeye başladılar, bu ülkeler islam adına onları susturmaya çalıştılar. İki davranış arasındaki fark şudur: islam işgal ve sömürgeyi istemez, herkes hakkını alsın, aynı zamanda islamiyette birleşme ve kuvvet olma vardır.
Birleşme ve kuvvet ismi altına milletin hakkını almanın islamiyette yeri yoktur.
Maalesef bir çok Kürt bu iki noktayı karıştırdılar ve kalkıp islama düşman oldular. Halbuki onların islama karşı çıkması değil, onların haksızlığı ve zulmü tartışmaları gerek.
Kürtler de bu durumda yanlış bir yola baş vurdular, o da islamiyetten uzaklaşmak, hem de şehit şeyh SAİD'i unutarak, Kadı MUHAMMED, SAİDİ NURSİ ve diğer alimleri.
Şehit Seydamız Kürtlere şunu söylemek istedi: hakkınızı islamiyet değil ki almış, aksine islam hakkınızı savunmuş ve sizin gibi Kürt olan birini de müslümanların liderliğine getirmiştir, SELAHEDDİNİ EYYUBİ gibi bir zat hem lider oldu, hem de islamiyetin ikinci kıblesini kurtardı.
Evet, İslamiyet geldi. Amacı da insanları kölelikten çıkarıp özgürlüğe kavuşturmaktır. Yoksa ne Arap, ne Farıs ve ne de Türkler devlet olamazdılar, hatta müslümanların devleti olamazdı.
ŞEHİT SEYDA yaptığı son televizyon konuşmasında -ROJ TV- dediki; Kürtler diyorki komşularımız islamiyeti kullanarak devlet olmuşlar. Öyleyse onlar da islamiyeti kullanarak haklarını alsınlar, haklarını da ancak islamiyetle alabilirler. Kürd'ün hakkını isteyen hem müslüman hem de milletsever olmalı. Bu iki kuvveti birbirinden ayırsak, o zaman zayıf oluruz ve parçalanırız.
SURİYE REJİMİ VE İKİ YÜZLÜLÜK
Suriye'de bir çok vatansever ve dindar insan yaşıyor, fakat rejim hiç kimseye dokunmadı, bazılarını da korudu. Bazı din veya tarikat sahibine de İl emniyet müdürüne tokat atma yetkisi vermiş, yani her iki tarafa da dokunmuyor. Peki ne oldu da konuşması ve kaleminden başka hiç bir kuvveti olmayan birini hapise atar, işkence ile onu şehid eder.
Demekki devlet uyutan dinden ve dinsizliğe götüren milliyetçilikten korkmaz. Korktuğu tek şey islamiyet ve özgürlük. İnsanları refah ve huzura götüren islamiyet, özgürlüğe götüren vatanseverlik, baskıcı rejimler için en tehlikeli şeylerdir.
ŞEHİT SEYDA gerçek islamı ve özgürlügü savunduğu için rejim onu hayatta bırakmak istemedi. Çünkü çelişkisi olan insanlarımızın çeliskisini gidermeye başlamıştı ve ilk kez yeni nesil islamı anlamaya başlamıştı ve medeniyetini his etmişti. Fakat düşman o fırsatı ne millete, ne de kendisine vermedi.
ŞEHADETİ: Sahip olduğu görüşlerden dolayı Suriye rejimi rahatsız olmuştu, onu yok etmek istediler. HASEKE ilinin emniyet teşkilatının aldığı karar: Şeyh MAŞUK'u tasfiye etmek, o da Kürt bölgesi dışında. Onu takibe alıp her hareketini takip etmeye başladılar. 10-05-2005 pazartesi gece Şam'da bulunan ikamet yerine gelerek onu zor kullanarak kaçırdılar. Bir süre bilinmeyen bir yerde tutularak işkenceye maruz kaldıktan sonra, Şam'a yakın bir SİYASİ cezaevine konuldu. Bu süre zarfında hem ağır işkenceler, hem tehdit, hem de cazip teklifler, sorgulama, hatta Beşar Esad'ın da sorgulamaya katıldığı alınan haberler arasında. O arada Kürtler hem gösteri, hem de yürüyüşler düzenlediler. Devlet hiç bir şeyi dinlemeden onu tutmaya devam etti.
Ağır işkencelerden dolayı 28-05-2005 günü Şam'da bulunan TİŞRİN ASKERİ HASTANESİ'ne acil olarak götürülmüş, orada kaç saat acil müdahelerde bulunulmuş, aynı gün hastaneden çıkarılmış, kendisi de hala hayattaymış.
31-05-2005 günü onu aramak için Şamda bulunan evletları: Şeyh Murad ve Şeyh Mürşid emniyet güçleri tarafından alınarak DİRE ZOR şehrine götürülmüşler-Dire Zor yerlileri iki sene evvel Kürt şehri Kamışlı'da halka saldırmış ve bir çok masum halkı öldürmüsler. Kendilerine söylenilen şey; babanızı bir mezarda bulmuşuz. 01-06 -2005 günü sabah saat 7'de mezarlığa götürmüşler, fakat bunlar açık bir mezar bulmuşlar, onu çıkarmışlar. Mezarın kapalı olmadığını, elbiselerinin temiz olduğunu, bedeninde işkence izleri olduğunu görmüşler. Ölüm haberini öğlen 12'ye kadar açıklama izni vermemişler.
Cenazeyi alıp Kamışlı'ya doğru yola çıkmışlar. Cenazeyi Kamışlı'da onbinlerce insan karşılayıp, cenaze yıkandıktan sonra namazı da kılındıktan sonra Kamışlı'da Kudurbek semtinde bulunan ŞEHİDLER mezarlığında defin edildi.
EY ŞEYH MUHAMMED MAŞUK! Sen Hakkın huzuruna gittin. Seni tanıyan herkes arkanda ağladı. Sana ALLAH'tan rahmet ve intikam istediler, Bu fani hayatta hem dinini, hem de milletini savundun. Başın dikk, alnın açık. Seni aramızdan alanların akibeti de ALLAH'ın izniyle diktator SADDAM'ın sonu gibidir.
Ruhun şad, yerin cennet olsun. İnandığın din hakim, milletin özgür olur inşa ALLAH.
Ailesi tarafından kaleme alınan yeni bilgilere buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Bunlar da ilginizi çekebilir