Saatler sonra yerin altından çıkan genç adam ambulanstaki hemşireye soruyor: 'Çizmelerimi çıkarayım mı, sedye kirlenmesin?'
Hüngür hüngür ağlayasım geliyor bu cümleyi duyunca. Günlük 70 lira için hayat diye yaşadığı şeyin yanında böyle bir mahcup terbiyenin, böyle bir temiz ruhun altında eziliyor insan.
Ama ağlamayı dindirip esas konuya da gelmeliyiz vakit kaybetmeden.
Devletin insanları tekrar ediyor: Allah'ın izniyle çıkaracağız. Allah sabır versin. Allah rahmet eylesin. Allah korusun. Allah yardımcımız olsun.
Allah Allah… Başka laf bulamıyorlar mı? Bulamazlar.
'Dua' diyorlar, 'Yapacak bir şey yok. Dua edeceğiz ki ölümler artmasın.'
Nasıl anlatsam kibarca… Dua dediğimiz şeyle idame ettirilen bir hayat insan zekasına hakarettir. Allah inancı olanlar için yine kibarca söyleyeyim… İnsan zekasına hakaret de günah sayılabilir. Böyle düşünün.
Devletin ağzından niye Allah'tan, duadan başka bir şey dökülmüyor biliyor musunuz?
Çünkü onlar insan zekasına ve hayatına bir lokma kıymet vermeyen, kar da kar diyen en vahşi bir kapitalist sistemin değirmenine damacana taşıyorlar. Her gün. Bile bile.
Durun anlatacağım, cumhuriyet tarihinin en büyük maden faciasıyla, en büyük işçi ölümüyle nasıl karşılaştığımızı…
Devlet niye uzun süre madende kaç işçinin mahsur kaldığını açıklayamadı biliyor musunuz?
Çünkü tam rakamı bilmiyordu. Madende çalışmak için işçilerin fenerlerini alması, fenerlerini almak için de firmada çalıştığına dair kartlarının olması gerekiyor ama kartsız yani kaçak çalışan onlarca işçi var. Aralarında 15 yaşında olan bir gencin olduğunu da öğreniyoruz. Kaç kişiler, kaç?
Durun anlatacağım, madde madde sıralayacağım bu katliamın nasıl başımıza geldiğini…
* * *
1 - Rödövans. Fransızca 'kiralama' manasına geliyor. 80'lerin sonu 90'ların başında devlet, madenleri özel sektöre kiralamaya başladı. Hasılattan belli bir pay alma şeklinde. İş güvenliği alanında araştırma yapan sosyal bilimci Dr. Aslı Odman'ın deyişiyle feodal sistemin Aşar Vergisi gibi bir şey bu. Özel işletmeyi sadece kara odaklayan, teşvik eden bir yapı.
2 - Kar etmeyi yasal koruma altına alma. Evet aynen! Türkiye Taşkömürü Kurumu'nun 'Amaç ve Faaliyet Konuları' başlıklı 4. maddesi 2001'de değiştirildi. Şöyle: 'Taşkömürü rezervlerini en iyi şekilde değerlendirmek' olan kurumun amaç ve faaliyet konularına, 'Taşkömürü havzasındaki diğer maden rezervlerini ruhsata bağlamadan ve Maden Kanunu'na tabi olmadan en iyi şekilde değerlendirmek' ibaresi eklendi. İnanabiliyor musunuz?
3 - Hukuksuzluk dizboyu. Bir ve ikinci maddede sıraladığım eylemler hukuksuz şekilde yapılıyor. Evet aynen! Danıştay 2002'de rödövans sözleşmelerinin hukuki olmadığını ve feshedilmesi gerektiğini kararlaştırdı fakat Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) bu kararları uygulamadı, kiralamaya devam etti.
4 - Taşeron sistemi. Madenleri özel işletmeye kiraladığın zaman işler parça parça taşeronlara devrediliyor. Ne kadar çok taşeron o kadar az işçi güvenliği. 'Ama denetimden geçmiştik, müfettişler ok demişti' diye bir şey yok. Denetim dediğiniz şey satın alınıyor bi nevi. Evet aynen! Arıyorsunuz, gel beni bi denetle diye. Onlar gelmeden gerekli hazırlığınızı yapıyorsunuz, hop, denetimden geçiyorsunuz. Kimse sorumluluk almıyor, ne büyük holding ne de taşeronlar… Herkes cebine giren paraya bakıyor. Yoksa TTK'nın 130 dolara mal ettiği kömürü 23.8 dolara nasıl mal edersin? Tasarrufla. İnsan hayatından tasarruf ederek.
5 - Örgütsüzlük. Bu vahşi, hukuksuz ve pervasız sistemin karşısında durabilecek bir toplumsal itiraz odağı yok. Sendikaların sesi cılız ve son birkaç yıldır çok tuhaf çıkıyor. Soma katliamının üstünden 5 saat geçmişken olay yerine gitme kararı alan Maden İşçileri Sendikası Başkanı Nurettin Çakul bağlandığı tv kanalında devletin olayı ne güzel yönettiğinden, özel işletmenin iş güvenliği konusundaki hassasiyetinden dem vuruyordu. Böyle bir sendika başkanı ne duydum ne gördüm. Madenlerdeki iş güvenliğini araştıran sosyal bilimci Doç. Berna Güler Müftüoğlu 'Hukuk, denetim… Bunlar bir kenara, asıl mesele işçi sınıfının sermayeye karşı örgütlenmesidir. Artık koltukçu sendikalar var. Maden İşçileri Sendikası'nın Gelik'teki şubesini ziyaret ettiğimde başkan bana, 'Hocam işçilerle ne konuşuyorsunuz, onlar hiçbir şeyden anlamaz ki' demişti. İşçilerin hakkını savunmak değil devletle ve sermayeyle dengeyi kurmak bu sendikaların görevi. 19. yüzyıl vahşi kapitalizmidir bu. Bunu anlamaları için öğrencilerime Germinal'i okutturuyorum' diyor bana.
Madde madde anlattım ki, meselenin trafo yangınından ya da trafonun kalitesiz malzemeden yapılmış olmasından daha büyük ve köklü olduğunu bilelim. 'Madenlerde kazalar olur. Kaderde var' diyenlerin yalan söylediğini bilelim. Çizmelerini çıkarmayı aklından geçiren o temiz ruhları çürüten bu sisteme karşı bir Emile Zola hikayesine, bir Germinal'e ihtiyacımız var. Bilelim.