HAMAS Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye'nin şehadetiyle ümmet coğrafyası yasa boğuldu. Aldığımız haber yüreğimize kor ateş düşürdü. Aslında yabancısı olmadığımız bir şehadet. İslam coğrafyasında şehidlerin olmadığı gün yok.
İran Cumhurbaşkanın yemin törenine katılmak üzere Tahran'a gitmişti şehid Heniyye. Filistin davası için gitmediği yer, vermediği mücadele, ödemediği bedel kalmamıştı. Sırtına büyük bir yük binmişti Heniyye'nin.
Gazze'de işgal çetesinin soykırımında şehid olan binlerce Filistinli, parçalanan bebeklerin bedenleri, anne babaların feryatları, enkazda çıkarılamayan cenazeler, kaybolan canlar, yıkılan binalar, yüzbinlerce yaralı… Bunların tamamı ağır bir yük olarak binmişti omuzuna. Ama en büyük derdi ve tasası ümmetin parçalanmışlığıydı. Malını, canını, evladu iyalini Kudüs davası uğruna feda eden Heniyye, bir suikastla arzuladığı Rabbine kavuştu. Şeyh Ahmet Yasin'e, Rantisiye, Şikaki'ye… Dava kardeşlerine kavuştu.
Elbette ki liderlerini, rehberlerini şehid veren bir davaya yenilgi asla yoktur. Davalar, dava adamıyla doludur. Sünetullah budur. Biri gider, biri gelir. Şeyh Ahmet Yasin suikastta uğramasaydı belki İsmail Heniyye'yi bu kadar tanımayacaktık. Salah Şehade suikastla şehid edilmeseydi Muhammed ed- Dayf bu kadar siyonizmin korkulu riyası olamayacaktı. Abdülazziz Rantisi bir suikastla şehid olmasaydı, Yahya Sinvar siyonizmin korkusu olmayacaktı. Onun için her bir liderin şehadeti, yeni bir liderin doğuşudur.
O vazifesini tamamlayıp, gitti. Peki, bizler ne yapıyoruz? Ümmet olarak üzerimize düşen vazifeyi yapıyor muyuz? Eğer şehidlerin kanı bizleri bir araya getiremiyorsa, vay halimize! Eğer bütün küfür bir olup ümmet coğrafyasına üşüşmüşse, hala bizler birbirimizle uğraşıyorsak, vay halimize!
İsmail Heniyye'nin şehadeti, Müslümanların vahdette ne kadar ihtiyaç duyduğu bir zaman diliminde olduğunu gösteriyor. Küfür; evimizin içinde bizi katlederken, bizler hala ev sahibini suçluyoruz. Küfür; kanımızı oluk oluk akıtırken, bizler hala mezheplerimizi tartışıyoruz.
Küfür; iffetimizi ve izzetimizi ayaklar altına alırken, bizler hala meşrebimizi konuşuyoruz. Küfür; inanç değerlerimize hakaret ederken, bizler hala birbirimizi suçluyoruz. Küfür; çocuklarımızı, kadınlarımızı soykırımdan geçirirken, bedenlerini paramparça ederken, bizler hala tarihi ayrılıklarımızı önceliyoruz.
Küfür; yuvalarımızı yıkarken, vatanımızı bölerken, topraklarımızı işgal ederken, bizler hala düşmanımızı haklı buluyoruz. Küfür; bize ait olan bütün değerleri çiğnerken, bizler hala söylemlerimizle düşmanımızın değirmenine su taşıyoruz. Nereye kadar böyle devam edeceğiz? Artık farklılıklarımızı bir kenara bırakmanın zamanı gelmedi mi?
Ümmetin yekvücut olma vakti gelmedi mi? Artık mezheplerimizi, meşreplerimizi bir kenara bırakıp, küfre karşı birleşme vakti gelmedi mi? Ümmet olma şuuruna varma vakti gelmedi mi? Daha neyi bekliyoruz? Bir bir rehberlerimizin şehadete kavuşmasını mı? Bütün çocuklarımızın parçalanmasını mı? Geri kalan topraklarımızın işgal edilmesini mi? Mekke-i Mükerreme'nin, Medine-i Münevvere'nin, Ravza-i Mutaharra'nın bombalanmasını mı bekliyoruz? Yetmedi mi bu kadar acı ve gözyaşı?
Düşmanımıza karşı zafer kazanmamızın tek bir çözüm yolu var. O da Müslümanların kendi aralarında vahdeti sağlamasıyla olur. Gün birbirimizle uğraşmak, mezhep üzerinde birbirimizi eleştirmek, suçlamak günü değil. Gün, vahşi yırtıcı hayvanlar gibi İslam coğrafyasına saldıran düşmana karşı gücümüzü birleştirmek, kardeşliğimizi pekiştirmek günüdür. İnşallah İsmail Heniyye'nin şehadeti bu ümmetin birliğine vesile olur.