Yaşamak; yaşanan olaylardan uzak durmak mıdır, yoksa birçok yaşanan olaya seyirci kalmak mıdır? Yaşamak; birçok insandan uzak durmak mıdır, yoksa birçok insanın yaşantısına seyirci kalmak mıdır? Belki her iki seçenek doğru ya da her ikisi de yanlış. Yaşamadan, anlamadan bilmiyoruz. Bilemiyoruz.

Çevremizde varlığından habersiz olduğumuz ve yoklarmış gibi davrandığımız o kadar insan o kadar hikaye var ki… Burnumuzun ucunda olup onu anlayamadığımız ya da anlamaya zaman ayırmadığımız; eşimiz, çocuğumuz, kardeşimiz ve etrafımızdakiler. Bunların farkında olmadan yaşayıp devam ediyoruz. Oysa her insan kendi içinde ayrı bir dünya, hayatı ise ayrı bir hikaye idi. Bunu anlamak çok mu kolay, çok mu zor? Değil aslında. Zor olmamasının altında yatan en önemli sebepte onların farkına varan insanların varlığı.

Peki ne idi anlamak. Ağlayan biriyle beraber ağlamak mı? Gülümsemesiyle gülmek mi? O, acıkırken, acıkmak; O koşarken koşmak mı? Dilenen bir insanı gördüğünde dilenmek mi? Eşini, çocuğunu kaybeden bir insanın gözyaşlarına ortak olmak için, aynı kayıpları yaşamak mı? Bir insanın duygularını anlamak için ilk önce onu kaybetmek mi, yoksa kaybetmeden önce onu anlamak mı? Sahi ne bu anlamak, empati kurmak, ona teselli vermek, iyi gelmek. Bunların nasıl şeyler.

Karnın çok aç iken hiçbir şey yemek istememek. Hiçbir yaran yokken canının o kadar acıması neden. Anlamamak mı, anlaşılmamak mı? Binlerce insanın içinde yalnızlıktan bahsetmek neden. Kendinden kaçarken bile her yere kendini götürmek neden. Bunların sebebi, bunların var oluş kaynağı ne? Hiç dönüp baktık mı geriye. Bazen bazı kararlar sorgulanmalı ve sonuçlar kabul edilmeli, sorunun değil çözümün bir parçası olunmalıdır. Yoksa aksi takdirde yaşanan sıkıntılar daha ciddi boyutlara yol açabiliyor.

İnsanlar bunun farkında olmalarına rağmen neden bu karda acı halen yaşanıyor ve yaşanılmaya devam ediyor. İnsanların içindeki şefkat yoksulluğunun sebebi ne? Biri bize sahip olduğu her şeyi sunduğu halde başka insanlarda bir şeylerin arayışının anlamı ne. Peki bizim bu durumdaki kararımız ne? Hiçbir zaman kendimiz olamadığımız durumlarda kendimiz gibi olan insanlara bağlanmak neden. Mutluluğu bu kadar kovalamak neden. Mutluluğun sadece farklı bir cinsteki algının nedeni ne. Bu sadece bir zavallılık halidir. Mutluluğun, sevginin, saygının, anlayışın, sadakatin, tıkandığı bir köşeden başka bir şey değildir.

Bir şeyleri tutuşumuz onun kaçışın sebebidir. Biz onu tutmak ve gasp etmeye çalıştıkça hiçbir zaman bize ait olmayacaktır. Peki onu kaçırmadan yanımızda bulundurmak nasıl olur. Ona Aşık Veysel'in evinden kaçan eşinin ayakkabısının içine ihtiyacı olur diye para yerleştiren şefkati, sevgisi, bağlılığı gereklidir. Bugün bütün sevgiler bir ipotek halinde. Biri eğer diyor diğeri çünkü diyor. Bunları söylendikçe sevgiden bahsetmeniz çok anlamsızdır. Bunlar yapmacıktır. Her şeye rağmen kabul edilmeli bazı şartlar. Bir insanı anlamak uçsuz bucaksız uçurumların kenarında dolanırken, düz ovada yürüyor duygusunu uyandırmalı. O kutsal bağlılık yoksa uçurumdan düşen adam kurtulabilir, düz yolda yürüyende ölebilir.

Bir insan birisini seviyorsa, olduğu gibi sever olmasını istediği gibi değil. Ondaki değerlere aşık olur. Sonradan onu o değerlerden uzaklaştırmaya çalışmaz. Anlamadığımız insanlara, nesnelere, canlılara anlam katmak çok zordur. Bazen anlamak için acele eder ani kararlar alırız. Ve bazen de anlam katmak için de çok ama çok geç kalırız.

Her şeyden önce insanları dinlemeli ve onları dinledikçe ruhlarının dinlendiğini fark etmeli ve bunu da onlara fark ettirmeliyiz. Bunun farkına varıp, insanların iki damla gözyaşına duygusallığa kapılmadan, bir kedinin, kuşun, çiçeğin soğuktaki titreyişine seyirci kalmadan buz gibi havada pencerelerimizi açmalı ve onların bir ömürlük duygularına bir an bile olsa katılmalıyız. Belki anlamak biraz da budur. Sıcak yeri varken soğuğu bütün bedeninde algılamak. Ona mecbur değilken isteyerek kabul etmek. Belki de anlamak biraz da budur. Canımız acımadan ağlamak, gülünecek bir şey yokken gülmektir. Belki biraz da budur anlamak.

Bir an diyorum, çünkü donanım ve özellik açısından çok güçlü yaratılmamıza rağmen, çok güçsüz ve çok zayıf kaldığımız ortadadır. Anlamak, mutlu olmak, sevmek, değer vermek. Bunlar karşılıksız yapıldığında, üşüyen yüreğimiz dururken farklı bir yüreğin sıcaklığı için mücadele ettiğimizde ve o sıcaklık ile yaşamaya devam ettiğimizde bir şeyler elbet değişecek ve bir şeyleri de değiştirecektir. Hem de güzel olan yöne doğru. Tam anlamıyla mutlu olabilmek için gereken tek şey bu anı, geçmişteki diğer anlarla karşılaştırmayı bırakmaktır. Çünkü geçmişte kalan her şey bir daha telafi edilememek üzere yok olmuştur. Şu an kullandığımız ve nasıl kullandığımızın ön planda olduğu hayat bize yeniden şekillendire bileceğimiz bir fırsat sunuyor.

İNSANIN RUHUNDAKİ VE BEDENİNDEKİ YARALARIN TEK İYİLEŞTİRİCİSİ ŞEFKATTİR.

BÜTÜN RAHATSİZLIKLAR, SORUNLAR, KZIGINLIK VE KIRGINLIKLAR SEVGİNİN EKSİKLİĞİNDENDİR…