Çayımı yudumluyorum, doğa harikası Sapur'da. Bir yandan da kararlı, serin ve çoşkulu akan Sapur suyunda kulağım. Gözlerim, rengarenk kelebeklere konak olan binbir çeşit kır çiçeklerinde. Usul usul kekik kokusu alıyorum, kekik kokusu.
Çayımı yudumluyorum, doğa harikası Sapur'da.Bir yandan da kararlı, serin ve çoşkulu akan Sapur suyunda kulağım.
Gözlerim, rengarenk kelebeklere konak olan binbir çeşit kır çiçeklerinde.
Usul usul kekik kokusu alıyorum, kekik kokusu.
Hatta bütün kır çiçekleri, elbirliği yapmışcasına adeta güzel koku ziyafeti sunuyor, tarifsiz görselliğiyle...
Bir bilseniz, nasıl da güzel kokuyor rengareng kır çiçekleri...
Sonra bir çalıya konan kuşa gözüm ilişiyor.
Kuş sesi, su sesi ile bütünleşiyor.
Muazzam bir ahenk var.
Bu ahenk ve ritim, tarifsiz bir melodiye dönüşüveriyor.
Bu doğa harikası ortamda ekolojik dengeyi bozan tarımsal faaliyetler dikkatimi çekiyor.
Tabiki ve maalesef insanların uğradığı yerlerin kirliliği.
Belki de doğru kelime, iğrençliği...
Bu duygu ve düşüncelerle ruhumu dinlendiriyorum, yayvan yapraklı ağaçların serin gölgesinde.
Zaman zaman yapraklar arasında sızan güneş ışınları Sapur serinliğine iyi geliyor.
Tam bir yayla havası var, Sapur'da...
Sonra bu günlerde LGS'ye ve YKS'ya giren öğrenciler düşüveriyor aklıma.
Öğrenciler için nasıl da bu iki sınav, hayat memat meselesine getirilmiş.
Maalesef ekolojik dengeyi alt üst eden yetişkinler, çocukların sağlıklı gelişimini de önemsemiyorlar.
Zira varolan yaklaşım, beklenti ve hatta dayatma, öğrencileri adeta robotlaştırmış.
Zavallı öğrenciler, nasıl da asosyal ve iletişime kapalı hale getirilmiş.
'Yeter ki ders çalışsınlar' diye çocuklara bilinçli bilinçsiz nasıl da yükleniliyor.
'Gözde meslekleri veya 'nitelikli' okulları kazansınlar' diye nasıl da sosyal ve ruhsal gelişimleri göz ardı ediliyor.
Nitekim velilerin çoğunda çocukları için mevcut algı; Üstün Dökmen'in ifadesi ile 'Yeter ki ders çalışsınlar, varsın duvara bir çivi çakamayıversinler...
'Misafirelere hoş geldiniz' diyemeyiversinler...
Fırından ekmek alamayıversinler...
Durum böyle olunca tek başına bir ilçeden bir ilçeye ve sınav yerine bile gidemeyecek öğrenciler var.
Eyvallah!... Anne babaları, onlarla olması elbette çok önemli.
Ancak bir çok öğrencinin normal zamanda bile bir ilçeden bir ilçeye, tek başına gidememesi, sizce de çok düşündürücü değil mi?
Sınava geç kalma olayı, özünde 'zaman yönetimini' bilmeme sorunu değil mi?
Tabiki bu, birçok il ve ilçede gerekli tedbirleri alması gereken beceriksiz, öngörüsüz ve vizyonsuz yöneticileri haklı çıkartmaz.
Ancak maalesef özgüven yoksunu ve kendi kendine yetinemeyen çocuklar yetişiyor.
Sanırım meramımı bu alıntı çok daha iyi anlatacaktır.
Fen lisesinde çalışan bir öğretmen anlatıyor:
'Öğrencilere yemekte portakal dağıttıklarını ama portakalların çoğunun yenmediğini gördüklerini, bu durumun birkaç kere daha tekrarlandığını söyledi. Portakalların çürük olup olmadıklarına baktıklarını, taze, güzel olduklarını; çocuklar itiraf etmek istemeseler de meselenin aslını belirtti. Çocuklar, portallari soymayı bilmediklerinden ya da üşendiklerinden yemiyor, birinin soyup onlara vermesini bekliyorlardı.'
İşte bu durum, 'Yeter ki ders çalışsınlar' mantalitenin doğal ama bir yönü ile de trajikomik bir yansıması.
Hocam, 'Çocuklarımız ders çalışmasınlar mı?' der gibisiniz.
Elbette ders çalışsınlar.
Ancak çocuğun sosyal ve ruhsal gelişimini yok ederek değil...
Başka bir ifade ile 'Kanatlarını kırarak' değil!...
Çocuğu, bir bütün olarak hayatta hazırlamanın farkında olunarak ders çalıştırılmalı.
Her çocuk, 'nitelikli' okul ya da gözde bir bölüm kazanacak diye sosyal ve ruhsal gelişimi göz ardı edilmemeli.
Çocuğun sosyal ve ruhsal yönlerine de zaman ayırıp emek verilmeli.
Bu minvalde çocukların kapsamlı ve sağlıklı gelişimi için bir 'hassasiyet' ve 'müfredat' da maalesef mevcut değil.
Ayrıca ekolojik dengeyi yok eden insanlar, eşyanın tabiatı gereği her mesleğin insanlar için barındırdığı dengeyi ve önemi de görmüyorlar.
Bakış acısı böyle olunca, sınavlarda aldığı puan ve kazandığı okul kadar değerli oluyor, günümüz çocukları.
Oysa sınavlarda başarılı olan veya bir okulu kazananların işverenleri, genelde bir okulu kazanamayanlardır.
Evet evet, genelde işverenler, herhangi nitelikli bir okulu ya da gözde bir bölümü kazananlar değil, kazanamayanlardır.
Şöyle bir etrafınıza bakın, büyük çoğunluğu ve en başarılı girişimciler, genelde herhangi bir okulu kazanamayan öğrencilerdir.
Ayrıca unutmayın ki, fırıncı olmazsa aç kalırsınız.
Anahtarcı olmadan kapınızı açıp evinize giremezsiniz
Ameliyet masası olmadan ameliyet olamazsınız.
Yani bizim sağlığımıza kavuşmamız için ameliyat masasını yapan ustaya da bizi ameliyet eden doktora da ihtiyacımız var.
Bu denge, göz ardı edilmemeli!
Hele sınavlarda iyi bir puan almanın herşey olmadığı, kötü bir puan almak da dünyanın sonu değildir.
Hem hayatta başarılı ve mutluluğun ölçüsü, salt gözde bir meslek ya da nitelikli bir okul kazanmaya bağlı değildir.
Son olarak, lütfen çocuklarınızı kendi imajınızı tamamlama aracı olarak görmeyin.