Balyoz davası, demokrasi ve normalleşme adımı değil, 'şimdilik işimi görecek kadarını halledeyim' stratejisinin acımasız bir hamlesidir.
Balyoz davasıyla ilgili bugüne dek o kadar çok yazı yazdım, o kadar çok kişiyle konuştum, o kadar çok okudum, o kadar çok düşündüm ki... Bugün itibariyle diyeceklerim davanın özüne ait olamaz. Zaten o yönde lafım da nihayetine ermiştir.
Böyle bir yargılama biçiminin adalet dağıtmayla uzaktan yakından ilgisi olamayacağını...
Adil olmasını bir kenara bıraktım, bir mantığının, bir izleğinin dahi olmadığını...
Bu nitelikteki delillerin bir insanı, değil mahkûm etmeye yetmek, mahkemenin kapısından içeri giremeyeceğini...
Bu davayla varılmak istenen amacın, KCK ve Ergenekon'la birlikte bir seri olarak değerlendirilirse anlaşılabileceğini...
İhtimamla karmaşık hale getirilmiş verileri basite indirgeyerek anlatmaya çalıştım.
Kimseye masumdur demedim, sadece izlediğimiz şeyin bir mahkeme olmadığını, asker de olsa herkesin adil bir yargılamayı hak ettiğini söyledim.
Aynen böyle düşünen, yani tek dilekleri adil yargılama olan sanık yakınlarının son birkaç yıldır hayatla ve bu ülkeyle nasıl bir bıkkınlık, kopmuşluk yaşadığını göstermeye çalıştım.
Dolayısıyla, Yargıtay'ın dünkü (ve beni hiç şaşırtmayan) kararı üstüne koyacak tek bir bilgi veya analiz cümlesi yoktur.
Gelin biz bugün asıl soruları soralım. Bakalım cevapları beğenecek miyiz?
* * *
Yargıtay kararı açıklandıktan sonra birkaç AK Partili, demokrasinin muzaffer neferleri olarak sevincini dışa vurdu.
Mesela AK Parti İzmir Milletvekili Ali Aşık: 'Balyoz davası Yargıtay'da onandı. Türkiye normalleşme sürecinde bir badireyi daha atlatmış oldu. Bundan sonra herkes kendi işini yapacak.'
Yapacak mı?
Başbakan'ın danışmanlarından Mustafa Varank ise şöyle dedi: 'İngilizcesi çok havalı bir kalıp var. Sakın aklından bile geçirme! İnşallah kararlar ders olur, kimse darbe kelimesini aklından bile geçirmez.'
Geçirmez mi? İnşallah ve de maşallah.
Bu kişilere ve demokrasi anlayışları 'bana dokunmayan yılan bin yaşasın' ile sınırlı yazar çizerlere sormak isterim: Bu haliyle Balyoz davası, ülkenin sırtından askeri vesayeti silkeleyip atmış mıdır? Askeri olması gereken yere çekmiş midir?
Evet ise cevabınız, bir sorum daha olacak: Neye, mesela hangi hukuki düzenlemeye dayanarak bunu söylüyorsunuz?
Bir yolunu bulup bir grup askeri içeri tıktınız, ailelerini süründürdünüz diye askeri vesayet kalkmaz.
Çünkü: TSK'nın şeffaflaşması için en ufak bir adım atılmamıştır. Maddi kaynakları katiyen denetlenmemektedir. Savunma Bakanlığı'nın asker üzerinde hiçbir etkisi ve yetkisi yoktur. Askeri yargı adı verilen ucube, Roboski katliamında da gördüğümüz üzere askerin vatandaşa karşı işlediği cinayet gibi suçlarda mükemmel bir kılıf olarak dimdik ayaktadır. Görüntüye gelirsek, o bile kurtarılamamıştır, asker hala protokolde çok ön sıradadır.
'İhanet eden arkadaşın kulaklarını kesip orta yere asarsak diğer üyeler ayağını denk alacaktır' mantığı demokrasi standardını yükseltmek isteyen bir devletten çok çeteye aittir. Balyoz ile yapılan tam olarak budur.
Askerin bugün kenara çekilmiş gibi gözükmesinin temel sebebi, TSK'nın üst kademesinin zamanın ruhuna uyan biçimde mülayim ve saygılı durmayı tercih etmesidir.
TSK'da bu yönetim, ülkede bu iktidar değiştiğinde aynı karakter özelliklerinin ve ruh halinin süreklilik göstereceğinin hiçbir garantisi yoktur.
Balyoz davası, demokrasi ve normalleşme adımı değil, 'şimdilik işimi görecek kadarını halledeyim' stratejisinin acımasız bir hamlesidir. Kaportayı rövanşla boyayıp, yeniymiş gibi aynı külüstürde bir ülkeyi döndürüp dolaştırmak böyle bir şeydir.