Billur görünümlü kar, ahenkli ahenkli dönerek geceye iniyordu. Tipi, şımarık oyunlarla kar yığınlarını sağa sola savururken, soğuk ve uzun kış gecelerinin hikâye kahramanlarının gölgeleri, sokak lambalarının solgun ışıklarında adeta raks etmeye başlamıştı…
Güneşli günlerin uzak olduğu, sessizliğin hüzne boğulduğu yalnızlık içerisinde kalmış ve yıkılmış mimarilerin boşluklarına, karla birlikte ağır bir sis çökmüş ve geride kalan hatıralara kar yağıyor. Gökyüzü maviye hasret, yeryüzünün yeşilliğine ise daha çok var…Perdeler açılmış, kutsal oyuncuların süzüldüğü yeryüzünde her zamanki gibi bir tiyatro oynanmaktaydı. Oyun, aynı oyun olsa da değişen figüranlar çoktan evlerine çekilmişti…
Tek gözlü toprak damlı evin bahçeye açılan penceresinden, ağaçların arasında kalan evlerin siluetlerine doğru bakıyorum… Kavak ağaçlarının dalları ağırlığa direnirken, söğüt ağaçlarıysa çoktan boynunu bükmüştü. Geceye kar yağıyor… Ruhum dilenci artık, duvarlara akseden gölgelere avuç açmaktayım. Âlemde bir başkasıyım, düşen her kar tanesi beynimde yankılanırken üşüyen düşüncelerim ise çok yorgundu.
Adını sayıkladığım beyaz gecelerin girdabında kör oluyorum… Belki de güneş, üzerime bir daha doğmayacak! Rengarenk lalezarların bülbülü çoktan küsmüş, koparılmış beyaz goncalar eyleminin dikeniyim artık. Kar çiçeklerinin yaprağında bahara hasret bülbülünü ise ben öldürmüştüm. Acımı içimde yaşarken beyaz hüzünler biriktiriyorum; artık yoksul umutlarımın tutsak kelimeleri de üşüyor...
Hayat, bazen uzak sisler arasında beyaza dönüşür ve kaybolur. O zaman fark edersin hayat senden uzaklaşmıştır ve anlarsın ki bütün sevdiklerimiz aslında kaybettiklerimizdir. Ne kadar kalabalık görünsek de hep yapa yalnızız! Umutlar, duvarda asılı kalan çerçeveler içinde hapsolunur ve yerini hüzün alır. Her geçen gün kendi çığlıklarında boğulursun ve artık içindeki duygu, canını yakmaya başlar! Dışarıda kar yağıyor ve giderek şiddetleniyor... Sobada yanan ucuz yardım kömürünün kokusu ortama hakim olmakta. Duvarda asılı radyoda çalınan gamlı türkülerin melodileri, pencere kenarından gelen ıslık seslerine karışıyor. Beyaz danteller kömürün isinden iyice griye dönüşmüş, ruhum o kadar kara ki beyazın yanında utanır olmuştum. Keşke eski zaman şarkılarında çalınan bir türkü olsaydım! Bir piyanonun tuşlarında la, ya da bağlamanın bam teli olsaydım. Şimdi yazısı silinmiş bir sokak tabelasına dönüşmüşüm. 'Sanılanın aksine sanat aşktan esinlenir.' derler. Oysa ben, sahip olduğumda da kaybettim olmadığında da… Hüner aşkta değil meyledendedir. En azından karanlık bir gece olsaydım, kimseler görmezdi beni!
Bazen aynadaki yansımalarıma bakıyorum: saçımdaki aklar, yüzümdeki çizgiler… Bambaşka biri olmuşum. Bu ben değilim, pişmanım desem kaç para? Olan olmuş diyemiyorum. Tatmadığım tatlara, sevmediğim sevgilere doymuşum.
'Samira… Ah Samira… Çatlayan dudaklarıma bir damla su… Unutulmuş geçmiş bahar mimozalarında kalan aşkım! Bak şimdi rüzgarda savrulan bir kar tanesi gibiyim...'
Pencere önünde oturduğum sekiden dışarıyı seyretmeye devam ediyorum. Odadan dışarıya süzülen ışık, pencereye çarpan kar tanelerini daha da büyülü gösteriyor. Gözlerimle bir kar tanesini takip ediyorum, sonra bir başkasını, başım dönüyor, dalgalı olan cam giderek buğulanıyor. Gazetede görmüştüm. Hiç bir kar tanesi birbirine benzemezmiş! Annem:
'Yeryüzüne inen her kar tanesinin üzerinde bir melek bulunur ve bir daha dünya var olduğu müddetçe o meleğe sıra gelmez' derdi.
Kırık pencere kenarından çıkan ıslık sesleri ağlama seslerine dönüşüyor ve şimdi rüzgar da ağlıyordu… Annemim sözleri beynimde bir heceye dönüşüyor:
'İğnenin ucu kadar delikten bir katır yükü soğuk gelir.'
Hesaplamaya çalışıyorum, eskimiş pencere kenarından binlerce katır yükü soğuk gelmiş olmalıydı! Gözlerim görünmeyen uzaklara dalıyor. Her şey beyaz renginde… Kar öbekleri, çiçek buketlerine dönüşüyordu.
'Sen, ey beyaz yıldız, kristal kar tanesi! Sanatçı seni çok özel yaratmış ve sen bunu farkındasın. Her ne kadar rüzgar seni savursa da buna aldanmam! Aslında gönlün eğlencede oynaşırsın ve benimle alay edersin. Oysa ben… Sıradan bir odanın dökülen duvarları gibiyim.'
Yalnızlık, hayatın gerçek girdabında kaybolmak mıdır ya da var olmak endişelerinin hezeyanlarında unutulmak mıdır? Zaman zaman düşsel bir dünyadan uyanır gibi olsam da bir sabah hiç yaşanmamış gibi hayat devam edecektir. Dışarıda kar yağıyor ve başım delicesine ağrıyor… Şakaklarıma dayanılmaz sancılar saplanıyor, göz kapaklarım gitgide ağırlaşıyor. Radyonun cılız sesinden bir haber geçiyor:
'Van'ın Bahçesaray İlçesinde çığ düştü… Çığ altında kalan onlarca kişinin çıkarılması için çalışmalar yapılıyor…'
Bu sesler, rüzgar, savrulan kar taneleri… Bir başkası için romantik ya da neşeli bir melodiye dönüşebilir. Oysa benim için dramdan başka bir şey değildir. Unuttuğum zamanın girdabında tarifi zor acılar içinde, bir kar tanesi gibi savrulmaktayım. Huzura erebilmem için uyumam gerek. Bir de çok ağlamak isterdim; belki o zaman bir nebze de olsa katılaşmış yüreğimi yumuşatabilirdim.
Derler ki uyuyan her kes çocukluğuna dönermiş. Gecenin rengi kar ölümdü… Bedenimin içindeki ruhum benden daha yorgundu. İçimde gecenin çığlığı var, ömrüme kış gelmiş hazanım son demde, bahar gelse ne olur gelmese ne olur?
Yavaş yavaş gecenin karanlığı, gündüzümü çalıyor. Ne radyonun cızırtısı, ne tipi, her şey suskundu artık. Kar, bedenime dokunan son kefenimdi. Üşümüyorum, tatlı bir sıcak yer yanımı sarıyor. Bilmediğim görmediğim yerlere yolculuğum başlıyor…
Kar kanatlı melekler yeryüzüne inerken, ruhum yavaşça gökyüzüne çıkıyor ve işte o zaman farklı bir sanat yaratıldığını görüyorum. Daha önce hiç duymadığım lirik bir kar melodisi çalıyor, kontrol edemediğim düşüncelerimde sessizce nehirler akıyor. Hayatın bütün yaşanmışlığını, acılarımı ve aşklarımı görüyordum. Hayat bir sinema perdesiydi artık oyuncusu da bendim yönetmenide... Belli belirsiz kelimeler dökülüyor dudaklarımdan: 'Samira…'
Beyaz tennureler içinde aşkımı görüyorum. Sonra yedi renkli alaca kuşlar, tatlı ve huzurlu melodiler içinde bir ağaç görüyorum: Fil Bahri Ağacı, cennet ağacı… Dalları bütün gökyüzünü kaplamıştı, yapraklarından kar incileri dökülüyordu.
Yedi renkten öte görmediğim renkli bir kuş gelip elime kondu. Her yer bembeyaz… Üşümüyorum. Avuçladığım kar elimi yakmıyor, ayaklarım çıplak. Dokunduğum her kar tanesi, inciden bir kristale dönüşüyor...