Oldum olası Eylül ayı bana hep hüzün verir. Sıcak renk gurubunda olmasına rağmen bana soğuk gelen sarı renk, Eylül aylarının sonunda vadi ve ovalara hakim olmasının yanında, yaz aylarının bitmesi ve kışın habercisi olması nedeniyle, bizim buralarda kış hazırlığı telaş esi olarak, odun, kömür, zahire derken, bir yoksulluk döngüsü içerisinde iyice kendisini belirtir Eylül ayı…
Eylül, yeni bir eğitim öğretimin mevsimidir. Öğrenciler ve öğretmenler için heyecanlı bir başlangıç, bazen de Melankolik Aşkların hayat bulduğu bir mevsimdir Eylül…Aynı zamanda Eylül: yakın tarihte 6-7 Eylül olayları olarak bilinen 1955 İstanbul olaylar zinciri, toplumsal dokuda ağır tahribatlar yapan 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi ve benzeri olaylar gibi sıkıntılı travmalarının yaşandığı örnekleri hatırlatırken, bugünlerde Barış Sürecinin sekteye uğratılmasıyla asker, polis ve sivil vatandaşların ölümü; içimizdeki Eylül Hazanlarına yeni hazanlar katmaktadır.
Yeni bir dünya arayışının, yeni bir yaşam umudunun sembolü haline dönüşen sahillere vurmuş çocuk ölümlerinin resmini; yoksul kentlerimizin sokak ve caddelerinde, okula giden çocukların yırtık ayakkabılarında, eskimiş çanta ve okul üniformalarında da görebilirsiniz. Bu resmi; şehir yapılandırmalarının içinde yer alan, sokak eylemcisi gençlerin yüzlerinde, şehit çocuklarının yüreğinde, ana baba, dul ve yetimin gözlerinde de bulabilir siniz...
Tüm bunlar yaşanırken teknolojinin her geçen gün hayatımıza kolaylıklar sağlaması beklenirken nedense hep bize tortuları ve yan ürünleri düşmektedir. Oturduğu yerden savaş naraları atanlar, asanlar, kesenler yetmezmiş gibi birde yeni teknolojik meslekler türedi, Klavye Şorlar gibi…
Ölümün karanlık yüzünü görmeyenler için, 1998-99 yılarında Van'da askeri doktor olarak görev yapan bir doktorun 'Bir Doktordan Savaş İsteyenlere Bir Anlatı' başlıklı yazıyı okumalarını öğütlerim. Doktorun dediği gibi 'Savaş isteyenler; ölen sizin çocuğunuz değilse, Vatan Millet Sakarya edebiyatı yapmaktan daha yüce bir duygu var mı? '
Cizre'de yaşanan olayların bir benzerini 1992 Şırnak olaylarında da görmüştük. Tarih tekerrürden ibarettir sözünün doğruluğunu burada gördük. Barışın egemen olmadığı ortamlarda maalesef, Cizre, Şırnak, Lice olaylarının başka sürümlerini görmeye devam edeceğiz.
Toplumun vicdanı olmuş düşünür, uzmanların ve akademisyenlerin sık sık vurguladığı gibi, 'Şiddet şiddetle bastırılamaz' desturu hayati önem kazanmaktadır. Bugün sokak olaylarının figüranları, 1990'lı yıllarda babası öldürülen, köyleri boşaltılan, göçe zorlanmış, varoşlara itilen, şiddet ortamında büyümüş insanlar oldukları gerçeğini kim inkar edebilir?
Yaşam koşullarının zor olduğu günümüz dünyasında, ekmek kapısı olarak askerlik ve polisliği kendisine meslek edinmiş insanlarımızın, mütevazı Anadolu insanının bir gerçeği olarak kim göz ardı edebilir? Maalesef bu görünen tablo, bizleri kafasını kuma saklamış deve kuşu durumuna düşürmektedir.
İyi niyetle ve cesurca adım atılmış olan 'Barış Süreci' gibi insana yatırım odaklı plan ve projeler, şiddetten nemalananları aşırı derecede rahatsız etmiştir. İngiliz, Alman ve diğer ülke ajanlarının cirit attığı ülkemizde sokak jargonu değimiyle katakulli veya Alicengiz oyunlarıyla birçok ilde insanları birbirine karşı kışkırtmaya başlatmıştır. Provokatörlerin tv görüntüleri gözden kaçmamaktadır. Türk-Kürt çatışması diye adlandırılan şiddet sarmalı: dış mihraklar tarafından nemalanan ve beslenen baskıcı zihniyetlere servis edilmedi mi?
2013 yılında 'Çözüm Süreci' nedeniyle Ülkeyi dolaşan ve ilimizi ziyaret eden hemşerimiz CHP Ankara Milletvekili Sayın Tekin BİNGÖL ve beraberindeki Milletvekili heyetlerini ağırlarken, kendilerine 'Bizler Sivil Toplum Kuruluşu ve Halk olarak, Barış Sürecine tam destek verdiğimizi, bunun yetmeyeceğini aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisinin de tam olarak destek vermesi gerektiğini belirtmiştik. Çözüm noktasının Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu, aksi takdirde PKK örgütü içerisindeki yer alan, şahin kanadının bu süreci sabote edebileceğini, savaşı meşru olarak gören ve bundan nemalanan kesimlerin olabileceğini belirtmiştik. Bugün gelinen noktayı üzülerek görmekteyiz. Gerçek şu ki; Çözüm Süreci yeterince sahiplenememiştir. Oluşan krizleri baş aktörler iyi yönetememiştir. Siyasi Partiler ve Millet Meclisi de görmezden gelip ortak payda da buluşamamıştır.
Dünyanın neresine giderseniz gidin, gözyaşının rengi aynıdır. Çözüm süresi boyunca desteğini esirgemeyen ve dünyanın en kutsal varlığı analarımızın acılarının dinmesi yüreklerindeki endişenin ve evladını kaybetme korkusunu gidermek, en büyük kazanımlarımızdan birisi olacaktır.
Vatanın bir yere gittiği yok, öldüğü de… 'Marifet yaşatmaktır, ölüm değil…' Gerçeğinden yola çıkarak, ivedilikle samimi, dost, bütün riyakarlıklardan arınmış, 'Yeni Bir Barış Süreci' harekat'nın devreye sokulması gerekmektedir. Kürt aydın-yazarların ve diğer Düşünce Akademilerinin ortak fikri, güçlü lider konumundaki Cumhurbaşkanı Sayın ERDOĞAN'nın bu süreci yeniden başlatabileceğine dairdir.
Saygı ve Sevgilerimle…