90 yıla merdiven dayamış bir Cumhuriyetimiz var diye övünüyoruz. Evet övünmekte de haklıyız, ama övünme sebebimiz 90 yaşında olmamız değil, 90 yıldır başına gelmedik iş kalmamış, darbelerle sakatlanmış, peşkeş çekilmiş, değerleri katledilmiş, isyanlar yaşamış, isyan bastırma adına katliamlar yapılmış, inancı yasaklanmış, vs. vs…

Bunca yaşadıklarına rağmen hala dimdik ve onurla duran, hatta her zamankinden güçlü görünen bir devlet olduğu için övünüyoruz. Ya da ben öyle görüyorum.

Evet, geçmişi sıkıntılarla dolu olan bu cumhuriyetin geldiği nokta demokrasiye en yakın olduğumuz zamandır. Şunun altını çizmek gerekir ki, geçen yıl parmak uçlarımızla dokunduğumuzu hissetmiştim demokrasi denilen o büyük ütopyaya, ama ne oldu nasıl olduysa, bir şeyler tersinde döndü ve hızla bir değişim yaşamaya başladık. Geçmişin yanlışlarını değiştirip acılarını silmeye uğraşırken, en çok değer verdiğimiz baskıcı yargı değişikliği ve özgür yargı sistemine müdahaleler başladı. Halkın %47 oy ile iktidara getirdiği partiye kapatma davası açanlara duyulan kızgınlıkla referandumda evet oranını zıplatan halk, şimdi şaşkınlıkla izliyor savcıların başına gelenleri. Deniz Feneri savcıları görevden alındı, yetmedi şimdide onları tutuklamaya çalışıyorlar, Mit'in üst düzey yöneticilerinin KCK soruşturması kapsamında ifadeye çağrılmasıyla baş döndüren bir görüşme trafiği yaşanıyor ve soruşturmayı yapan savcı görevden alınıyor. Şimdi ilk aklıma şu soru geliyor, 'Halkın değişim diye bildiği ve desteklediği yargı reformlarının maksadı eski yönetimlerden intikam alarak kendi getirmek istediği rejimi dikta etmek mi yoksa gerçekten bir değişim sağlayıp adil yargı düzeni sağlamak mıdır?'

Bu ülkede ilk defa insanlar özgürce ana dillerini konuşmaya başladı, devlet eliyle Kürtçe kanal kuruldu, özel kanalların kurulmasının önündeki engeller kalktı, Dersim isyanı ve yaşanan katliamlar sorgulanır oldu, hatta Başbakan çıkıp Dersim olaylarından ötürü özür diledi. Cumhuriyet boyunca aslı Kürt, Zaza, Çerkez, Boşnak, Arap, Laz vs. olduğu halde her sabah çocuklara, bağırta bağırta 'Türküm, varlığım türk varlığına armağan olsun' diye savaş antları okutulması sorgulanır oldu, Hatta dahada önemlisi üstü kepli içi küçücük beyinli kafalarıyla darbe yapan cuntacılar hesaba çekiliyor. Bütün bunlar hayali bile zor olan şeylerdi belki ama yapılanların altındaki sebep intikam almak değil adalet dağıtmak adına olması gerekir.

Geçmişte yaşananların acısını unutmadık, hesabını soracağız diye merhamet duygularıyla bir takım değişimler icra etmenin sonu tehlikelidir, zira Merhamet asla Adaletin önüne geçmemelidir.

Dün, şık giyinen, günlük tıraşlı, kaliteli viskiler içen, kokteyl ve balolarda modern çizgisini ifade eden, arada bir Avrupa ülkelerine giden, konuşurken Fransızca kelimelere geniş yer veren, Atatürk ve Ulusalcılık vurgusunu hiç bırakmayan, jakoben insanlar kendilerini bu ülkenin gerçek sahibi gibi görürlerdi. Adalet sadece onlar için vardı ve kanunlar onlar için değil avam tabakası için vardı. Bu gün ise tam aksi bir kesim gittikçe kendilerini ülkemizin gerçek sahibi gibi görmeye ve adaletin sadece onlar için olduğuna, kuralların ise sıradan yada kendileri dışında kalanlar için olduğuna inanıyorlar. Ama iyi bilmelidirler ki, bu halk 'bin yıl sürer' dedikleri darbeyi inşa edenleri al aşağı etmiştir, Ahtapotu korkutan bağlantılarıyla Ergenekon oluşumunu dize getirmiştir. Gün gelir devran tersine döner, bu gün Halkını önemseyen kim varsa bu halkın başının üstünde taç olacaktır ve kim ki halkının karşısında durursa perişan olacaktır.
Herkes çok iyi bilmelidir ki kişiliğini makamından alanlar, makamlarını kaybettiklerinde kişiliksiz kalırlar.

MERHAMET DEĞİL ADALET GEREK