Bugün İslam coğrafyasının içinde bulunduğu çıkmaz, buğran hali, yaşadığı türlü katliam ve soykırımlar, işgal edilen topraklar, ayaklar altına alınan değerler, parçalanan bedenler, çaresizce yükselen feryatlar… Yüreğimizi parçalıyor.

Sadece seyrediyor olmamız, bizleri fazlasıyla kahrediyor. 57 İslam ülkesinin, 2 milyarı aşan Müslümanların sessizliği, çaresizliği, düşmanın iştahını kabartıyor. Hangi İslam beldesine bakarsanız bakın, ya fiziki ya da kültürel bir işgale uğramış halde. 

Asker sayısı, silah ve teçhizat konusunda düşmandan kat be kat güçlü olan bazı İslam beldelerinin sessizliği bu acılarımızı katlıyor. Bilmiyorum tarih oyunca Müslümanlar bu kadar çaresiz kalmışlar mıydı? İçine düştükleri bu zilleti bu kadar kanıksamışlar mıydı?

Kardeşlerinin bedenleri parçalanırken, İslam'ın izzeti ayaklar altına alınırken, kutsallara hakaret edilirken; acaba seyrederek rahatça yemek yedikleri, ticaretine devam ettikleri, rahatını bozmadıkları, çocuklarının başını okşadıkları, o acılara duyarsızlaştıkları, hatta katledilen kardeşlerini suçladıkları, onlara destek verenleri dahi düşmanlaştırdıkları bir zaman dilimi olmuş mudur? Bilmiyorum.

Son yüzyılda dolaylı veya doğrudan, fiziki veya kültürel olarak işgale uğramayan tek bir İslam beldesi var mı? Bir avuç iken, Endülüs'ü fetheden bir İslam medeniyeti, nasıl olurda milyarları bulunca, fethettikleri yerleri kaybediyor veya işgale uğratıyor. 

Biz mi çok güçsüzleştik yoksa düşmanlarımız mı çok güçlendi? Eğer içinde bulunduğumuz durumu sadece düşmanlarımızın güçlülüğüne bağlarsak, hatta yapmış olmaz mıyız? 

Rabbimiz, "…Nice az topluluklar, Allah'ın izniyle nice çok topluluklara galip gelmişlerdir. Allah, sabır edenlerle beraberdir." diye müjdeyi vermiyor mu? Öyleyse bu halimiz sayımızın azlığından değildir. 

Peki, Müslüman oluşumuzdan mı kaynaklanıyor bu çaresizliğimiz?  Bu konuda Rabbimiz, "Kâfirlerin kalplerine korku salacağız…" buyuruyor. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ise, "Bir aylık mesafeden (düşmanın benden) korkması ile yardım olundum." buyuruyor. 

Kâfirler, Peygamber Efendimizden nasıl korkarlarsa, biz ümmetinden de öyle korkarlar. Peygamberine bu yardımı veren Allah, o habibinin ümmetine neden bu yardımı vermesin ki? Öyleyse sorunumuz Müslüman oluşumuzdan değil. Çünkü Müslüman oluşumuz, kafirlere karşı bize izzet katmış, güç katmış, zilleti bizden uzaklaştırmış.

Nedir o zaman düşmana karşı olan heybetimizi gideren? Düşmanın kalbinden korkumuzu silen, heybetimizi kıran nedir? 
Aslında müptela olduğumuz bu hastalığın teşhisini doğru koymamız gerekiyor ki doğru bir tedavi yöntemi uygulayabilelim. Bu öldürücü kanser vücudumuza nasıl bulaştı? Kim bulaştırdı?  

Bu soruların cevabını iyice tefekkür etmemiz lazım. Vücudumuzun bütün azalarına sirayet eden bu hastalıktan kurtulabilmemiz için, bedenimize hükmeden bir beynin olması gerekmez mi? 

İslam düşmanı emperyalist güçler, tarih boyunca vücudumuzun adeta tomografisini çekmişler. En zayıf noktalarımızı buldular ve bunun üzerinde çalıştılar. Yüzyıl önce sembolik de olsa ümmetin farklılıklarını bir arada tutabilen bir mekanizma vardı. Ne zaman ki halifeliği kaldırdılar, işte o zaman ümmeti başsız bıraktılar.  

Özellikle son yüzyılda ümmetin düştüğü bu halin yok mu bir çaresi diye çırpınıyoruz? Elbette ki vardır. İnşallah bir dahaki yazımızda ümmetin bu halden kurtulmasının reçetesini, çaresini nazarınıza vereceğiz. Bir dahaki yazımızda buluşmak dileğiyle…